18 Şubat 2013 Pazartesi

İstinyepark'ta bir gün...

Cumartesi günü anneysen.com'un çocuklarda ödül ve ceza üzerine, kurallar vb üzerine bir seminer vardı, ona davetliydim (ne havalı di mi davetli mavetli hehehe). Renkliada'da yapılacaktı, sığmamış İstinyepark Hillside'a almışlar. Yahu ben zaten özellikle son bi senedir kilo veriyorum diye bişicik almıyorum kendime, eskiler ucuzlarla filan idare ediyorum. Anneler ve İstinyepark söz konusu olunca en klasik hatun tepkisini verdim : "Giyecek hiiçççç bi şeyimmm yokkkk". Blogcum dur sızlanma tamam burası gıda blogu ama hem İstinyepark'a hem kıyafete bağlıycam ben konuyu:)

Neyse efem buldum kendimi en zayıf, en cool gösterecek ve tabi en rahat edeceğim kombini şıngır mıngır gittim seminere. Pek güzeldi herşey. Bi gram not ya almışımdır ya almamışımdır çünkü herkes harıl harıl not alıyordu. Sınıfın haylaz öğrencisi modunda çalışkanları seyrettim, nasılsa sonrasında not isteme derdi de kalmadı herkes bloglara yazıyor. Keh keh:))

Eğlenceli ve eğitici bir seminer oldu. Arada çıktım annelere karıştım. Eskiden sözlük zirvelerinde takılırdım artık büyüdüm(!) annelik seminerlerinde milletin mahlasına bakıp okuyup okumadığımı anımsamaya çalışıyorum.

Aynı gün blogcuanne.com'da bizim makarnanın tanıtım / hediye çekilişi olduğundan bende heyecan had safhada. Arada benim dandirik telefonda girip kaç yorum gelmiş, twiterda bahis olmuş mu bakıyorum (herkesde süfer telefonlar var tabi acaip imrendim, çıkışta hemen gidip telefon baktım kendime:)) Blogcu Anne ikinci yarıda konuşmacıydı, çıkışta onunla dertleştim. Napiim dedikçe o beni sakinleştirdi bak bu bir tanıtımdır, dönüşler çok güzel iyi olacak iyi diye. Anneysen.com'a da beraber çalışalım teklifi götürdüm onlar da sıcak baktılar filan iyi tamam güzel. Şimdi çıkıp gezme zamanı ve ama karnım zil çalıyor, saat olmuş 3.

Allahım umarım kimseye görünmem diye gıda katında Burger King'e yanaştım. O kadar Çin Yemeğiydi Moğol Kebabıydı gibi İstinyepark'sal fanfinlere yüz vermeden vuupıra koştum. (Aç parantez. Şimdi blogcum beni ayıplıyor olabilirsin tamam ama ben de bir insanım ve benim de arada sırada pis gıda tüketesim geliyor. Valla bak ayran içtim, lütfen kızma. Kapa parantez) Ama bir de şöyle bişi var : Yediğim en iyi vupırdı be. Patatesler bile daha güzeldi. Zengin AVMsi diye midir ben mi ambiyanstan etkilendim bilemiyorum ama harbi iyiydi. Abi bu burgerler standart değil mi lan, herşeyin en iyisini zenginler mi yiyecek alovvv?

Böyle düşüne düşüne gezinmeye çıktım hazır vaktim varken. Herkeslerde hava bin beşyüz. Ben genelde muayhaneye en yakın ve en nezih Capacity'e gidiyorum maa orda böyle bi hava yok. Kardeşim hiç bi yerde görmediğim telefonlar milletin elinde, ayakkabılar ayaklarında, abalar üstlerinde (aba yazdım ya helal bana:), saçlar başlar makyajlar bi başka. Benim mi duyargalarım çok açık nedir bilemiyorum, aaa LCwaikiki varmış dedim daldım. Anaaaa çevredekiler birden değişti, o zengin takımdan eser yok biz fakirler takılıyoruz sadece orda.)) 

Neyse çok takmadan gönlümde yatan Lacoste'un onda birine bi çanta aldım çok çakma gözükmeyeninden, Peri'ye de  süper cici bi elbise kaptım 12.5 liraya çıktım. Zamanım az kalmıştı hemen pazara indim. Kaaaaççç zamandır kullanıldığı belli olmayan, nasıl temizlendiği meçhul kesme tahtaları üzerinde ortalama bir Türk ailesinin iki haftada tüketeceği eti bir öğününde yiyen abileri geçip zamanında kimsenin suratına bakmadığı ama şimdi pek kıymetli olan kilosu 12 liralık pembe domatesleri kös manava gıcıklık olsun diye mıncıklayıp City Farm'a daldım. Et getirmişler, organik tavuk getirmişler. Aaa ne güzel organik kayın mantarı varmış lan dedirtecek çoklukta mantar vardı dükkanda. Yarımşar kilo salatalıkla biber aldım 12 lira verdim. Benim bok boğazım her daim domates ve biber isteyebilir. Kışın almamaya çalışıyorum ama bunnar organik olunca serada yetişse de nasılsa kimyasal yoktur, diye aldım. Gerçi domatesleri CityFarm'da beğenmedim, Macro'dan aldım. Ama kardeşim domates zamanında yenecek, organik de olsa sera domatesi ne kötü bişi lan. Şimdi evde bi kilo domates var en fazla kremalı domates çorbası olur cinsten. Salatalık da biber de süfer çıktı yalnız o başka...

Domates konusundan anlaşılacağı üzere Macro'yu da tavaf ettim. Göt kadar yer ve acaip kalabalık. Bir sürü peynir vardı. Rani Çiftliği cam kavanozda manda sütünden mozerella çıkarmış. Yaklaşık 100 gram kadar geliyor ve 12 lira kadardı. Alsam çok az, nerde kullanacam diye bıraktım. Bir uygun zamanda deneyeceğim aklıma yazdım. Etiketi okudum. Helal olsun Rani Çifliğine; ISO 22binlerinin yanına PAS'ı da çakmışlar. Kimsenin etiketinde görmediydim henüz. 

Macro'da ben kendimi Avrupa'da filan gibi hissediyorum be blog. Bilmediğim bir sürü marka, acaip değişik / şık / janjanlı ambalaj. Hoşuma gidiyor. Macro olan bir semte zate yolum ne kadar az düşüyor, keyfini çıkarıyorum, bütçem elverdiğince alışveriş yapıyorum. Bu sefer de aldım bişiler. Kullandıkça yazıcam buraya. İlk izlenimler şööyle :

- Orvital Dana Sucuk çıkarmış. Çoookkk pahalı değil. Ufak bir kangala 10 lira verdim. Renk beklemeyin tabi nitrat kullanımı yasak organikte. Henüz dolapta ambalajının içinde kuzu kuzu yatıyor. Bizim baş gurme bakalım fark algılayabilecek mi, bakalım beğenecek miyiz? Orvital'in sosisi sert gelmişti beyefendiye misal. 

- Top Chef izlemiştim bir ara deli gibi. Derdim belki bi iki tarif kaparız filandı ama anacım o kadar hızlı çalışan o kadar kalabalık bir grup söz konusu ki aklımda çok az bişi kalıyodu bıraktım. Onun ana sponsporu büyük bi firma Buitoni adında. Esasında makarnacı İtalyan firmasını sanırım Nestle aldı. Top Chef'e sponsorluk filan ondan sonra olabilir bilemiyorum. Yurtdışında sostu, hazır yemekti baya bi takılıyo bu abiler. Macro'da anca krakeri vardı. Aldım tattım, kuş kondurmamışlar. Bizim Etimek'çiler ne zaman ince krakere geçerlerse en az bunlar kadar hatta daha iyi yapacaklarına eminim. Ama anacım bizde öyle aperatif, kokteyl vb biçiminde takılan bir misafir ağırlama kültürü olmadıkça büyük bir firmanın kraker işine girmesi ve tabi böylece fiyatların ucuzlaması zor. 

- Easy Food'un internet sitesinden vegan şinitzelle köfte aldımdı. Pazar akşamı geldi kargo ile (UPS kargocu yazık lan pazar çalışıyosunuz diyince abla merkeze yazsana diye çok ısrar etti:)) Seviyorum be Easy Food'du belki başında bi hatun olduğu için belki yeni bir gıda koruma sistemi bulduğu için. Macro'ya da özel etli bir yemekle bademli mademli bi pilav üretmişler. Kendi sitelerinde sanırım yok bu ürün ama kocaman kocaman kendi markalarını da basmışlar paketin biz sadece fasoncu değiliz der gibi. Şimdilik almadım bu ürünü, bi ara alıp diğer ürünleri ile arasında fark var mı bakmak lazım.

- Şimdi adını hatırlayamadığım ama İngiliz menşeili büyük bir firma çeşit çeşit kahvaltılık getirmiş ve tanıtım yapıyordu. Müsliye alternatif bişiler yapmak istiyorum, adamlar düşünmüş yapmışlar. Benimki o kadar sanayi işi olmayacak tabi ama olabileceğini görmek bile güzel. (Şerefisizm aklıma gelmişti sendromu işte blogcum:)) Çok pahalıydı yalnız sadesinin kutusu. İki tane numune verdi tanıtımcı hanım bloggerım diyince (ve evet ben de ilk beleş ürünümü aldım blog sayesinde ehe ehe:)) Bakıcam tadına bi ara. Bir de hurma şurubu getirmişler. İster misiniz filan? Yok anam ben hurma sevmem, seneler evvel sirkesini yapmışlığım bile var dedim en bilmiş halimle (azcık ben de hava attiiimmm be blog:)). 

- Hurma şurubunu görünce aklıma agav nektarı geldi. En son aldığım yemek kitabı Aydan Üstkanat'ın ŞekerSİZ'inde vardı  tariflerde. Bizde yok dedi  Macro, Polenezde varmış. Ay gidemedim oraya elimde poşetlerle, nasılsa nette bulur alırım dedim.

- Farklı firmaların ön pişirilmiş buğday ve pirincini aldım. Birer paket. Pahalılar tabi ama önemli olan besin değeri ve tadı. Deneyince yazayım. 

Kısacası bi yarım saat önce daha uygun fiyatta elbise çanta bakan ben, Macro'da fiyatlara deli takılmayıp krakerdi, pişmiş pirinçti ne kadar farklı ve merakımı çeken şey varsa alıp 70 lira bayıldım. Rasyonel mi? Bence evet. Başgurmeme göre hayır. Ama şöyle düşünüyorum : Ben kıyafet ya da giyim açısından bir zengin gibi yaşayamıyor olabilirim ama kendimin de çocuğumun da boğazından iyi, sağlıklı, organik ürünler geçsin istiyorum.

Pazar katını gezerken çantamda ucuna kartımı iliştirildiğim makarna numunelerim de vardı. O kadar dolaştım da kimseye bırakasım gelmedi, ordaki hiç bir dükkanı kendime daha önemlisi ürünüme ve hikayesine yakın hissedemedim. Evet benim makarnalarım şu anda iyi kazanan kesimin alabileceği bir fiyat aralığında ama bu değiştirilemeyecek bir şey değil. Bu ülkede iyi ve sağlıklı ürünleri herkes ama herkes hak ediyor. Artık hedefim kesin ve net : Ürünlerimi iyiliğinden, sağlığından ve kalitesinden ödün vermeden makul bir fiyat seviyesine çekmek için çalışmak ve internet üzerinden herkese ulaştırmak. Bakalım batar mıyım çıkar mıyım zaman gösterecek...

Bu arada 12,5 lira filan ama bizimkine çok yakıştı elbisesi:)))

13 Şubat 2013 Çarşamba

Varoluş kaygıları ve Pastörize peynir!! Buyrun burdan yakın:))

Lise birinci sınıfta çok sevdiğimiz bir psikoloji hocası vardı. Muhtemelen bizi çocuk değil yetişkin gibi gördüğü için seviyorduk kendisini. Hafif bir Ölü Ozanlar Derneği muhabbeti yani. Neyse uzatmayayım bir gün bize sormuştu hangisi daha kötü bir ebeveynliktir diye: Çocuğu çok çok sıkıp her her yaptığını kontrol eden mi yoksa hiç ama hiiiççç umursamadan acaip serbest bırakıp ilgilenmeyen mi? Biz tabi ailemizin süfer baskıcı olduğunu ve dünyanın kendi çevremizde döndüğünü düşündüğümüz bir grup kendini bilmez ergen olduğumuz için acaip kuralcı ve kontrolcü ebeveynlerin kötü olduğunu belirttik çoğunlukla. Daaattt... Yanlış cevap tabi (insan o yaşta zaten neyi biliyo ki:))

Meğer en kötü ebeveyn çocuğu ile ilgilenmeyenmiş. Meğer en yaralayıcı cevap, umursamamak cevap vermemekmiş, kaale almamak, denk görmemek, cevap vermeye tenezzül etmemekmiş. Kısacası karşındakinin varlığını yok saymakmış.

Esasında genç bir meslektaş adayım ile girdiğim muhabbeti buraya kopyalayacaktım gereksiz derin muhabbete girdim be blog. Ama hep aklımın bir köşesindedir bu teee lise birde öğrendiğim bilgi. Yok sayacak pek densiz tanıdığım olmadı ama hafiften yok sayıldığım, fikirlerimin ciddiye alınmadığı zamanlar oldu ve bilirim ne kadar çok acı verdiğini. İnsanın varoluşu sarsılıyo be yavv...

Uzun lafın kısası Birilerine ulaşmak, kaale alınmak güzel şey be blog:)) Genç meslektaşım benim anneloji.com'a yazdığım peynir yazımda kafasına takılanı sordu ben de cevapladım. Bunların hepsi yorum bölümünde olduğu için ben de aldım buraya ekledim:)


gıdacı dedi ki...
Size başka nasıl ulaşacağımı bilmediğim için buradan yazıyorum kusura bakmayın :)
Blogdaki yazılarınızdan anladığım kadarıyla anneloji.com adlı siteye de siz yazıyorsunuz. http://anneloji.com/archives/6704 < Burada dikkatimi çeken bir şey oldu: "Güzelim beyaz peynirlerimizin tadına 3 yaşında sonra yavaş yavaş alışsa da olur diyorum ben kızım için. Arada veriyorum ama esas yediği pastörize peynir…" Beyaz peynirlerin pastörize edilmemiş sütten üretildiği anlamını çıkarıyorum ben. Benim bildiğim kadarıyla sanayide pastörize edilmemiş sütten peynir üretilemez, çünkü belirttiğiniz gibi 6 ay salamurada kalması gereklidir. Bu ise, o işletmeye büyük mali bir yük getirir. Bu yüzden sanayide çiğ sütten peynir üretiminin tercih edileceğini zannetmiyorum.
Yanlış biliyor ya da yanlış anlamış olabilirim şimdiden özür dilerim :) Bilgilenmek amaçlı soruyorum. Bilgilendirirseniz sevinirim. Teşekkürler
GM dedi ki...
İlginiz için teşekkürler. Allahım ne güzel yazdıklarımı detaylı okuyanlar var diye çok çok seviniyorum:))

Bir anlam kayması mı olmuş diyeyim nasıl diyeyim diye düşünüyorum yorumunuzu okuduğumdan beri. Şimdi bi kere söylediğinizde haklısınız, sanayide çiğ sütün peynire işlenmesi sıkıntılıdır. Benim burada pastörize peynirden kastım büyük büyük firmaların, peyniri kesinlikle ve kesinlikle pastörize sütten yaptığına emin olduğum firmaların peyniri idi. Ama derdim illa da çiğ süt değil, ortam koşulları da. Bunu o yazıda ayrıca belirtmedim iyice kafalar karışmasın diye. Şimdi detaylandırayım.

Örneğin Sütaş. Labneleri filan geçtim tabi bir kalem ben bebişe özellikle süzme peynirini veriyordum. Biz eve kendimize daha aromatik, Kırklareli'nin yerel peynirlerinden alıyorum. Burada işletmeler küçük, çiğ sütü tamam belki peynire kullanmıyor olabilirler ama sonrasında peynirin işlenme ve özellikle bekletilme koşullarından emin olamadığım için büyük firmaların kontrollü ve hijyenik koşullarında üretilmiş peynirlerini tercih ettim. Burada görüyorum çünkü en basitinden ambalajları şişmiş vb peynirleri.

Yani meseleye biraz daha geniş bakıp, nihai ürünün mikrobiyolojik durumunu düşünerek ve bir çok anne gibi ekstra saykoya bağlayarak en temiz olduğunu düşündüğüm, en yüksek faydayı sağlayacağım peyniri yedirdim bebişe. Arada bizim peynirimizden yumurtasına koysam da temel olarak hanfendi pastörize peynirden ve tabi yoğurttan, kefirden devam ediyor beslenmeye.

İlginiz için tekrar tekrar teşekkürler. Dediğim gibi insanın okunuyor ve daha önemlisi kaale alınıyor olduğunu görmesi süpermiş:) Benim görüşüm bu, sizin başka bir fikriniz ya da yorumunuz varsa lütfen belirtim, çok samimiyim. Bilgi paylaştıkça çoğalır.

Bu arada bu yazışmamızı da koyuyorum bloga. Bir de görünür bir yere eposta adresimi çakıyorum:)))




11 Şubat 2013 Pazartesi

Ortaya karışık

Halim yok blogcum. Koşturup duruyorum ama sanki bi işe yaramıyormuş bu koşturmalarım gibi geliyor.
---------
Bir işe girerken ilk götürdüğüm kitaplarımdır. Ayrılma söz konusu ise ilk onları nasıl alacağımı düşünürüm. Bugün yine elimde bir bavul ile geldim. Bir bavul götürdüydüm kesmedi tabi, daha büyük bir tane ile geldim. Yıpratıyor artık beni bu iş yerlerime taşıdığım profesyonel kütüphanem. Sabit bir yerim olsa, kitapçıklarımı dizsem masamın arkasına, ihtiyacım olduğuna elimin altında olsalar, aralarına yeni kardeşler katsam. Artık onları hiç bir yere taşımak zorunda kalmasam...
----------
Off off midem ağrıyor midem.
----------
Sade bir lansman yaptık makarnalarıma. Tadanlar güzel şeyler söylediler, mutlu oldum. Keşke daha fazla insana ulaşabilseydim diye de klasik hayıflandım tabi.
----------
İçimden özel soslar yapmak geliyor. Çok çok çok sağlıklı çok çok iyi çok çok ucuz fiyata satılacak, herkesin alıp yararlanabileceği soslar, kavanoz yemekler yapmak istiyorum. Ama bunun için otoklava ihtiyacım var. En ucuzu 60 bin dolarmış be blogcum. KDVsi de varmış bunun bir de buhar jeneratörü gerekiyormuş. Benim etim ne budum ne? Nasıl vazgeçicem hayallerimden? O salak amerikan filmlerinde bile demiyo mu hayallerinden vazgeçme diye. Ne diyim. Bir büyüğüm demişti "Du bakalım çala çala bir havaya gireceğiz." İnşallah blogcum inşallah.
----------
Couch-surfing sitesine üye olduydum. Ben bi yerlere gidemiyorum bari millet gelsin diye. Zaten yazın Avrupayı bisikletle yarıp geçmiş ve Hindistanı hedefleyen iki turisti ağırlamıştık. Ondan sonra girdim couch surfing sitesine. Bu akşam ilk ziyaretçimiz geliyor. İstanbul'da yaşayan genç bir İngilizce öğretmeni. Ben elin Amerikalısına ne pişiricem şimdi? Melül melül baksam kocamın suratına bizi bir köfteciye götürür mü acaba? Yoksa buraların köftesinden yapmak lazım adama. Yanına da bi makarna ama sermayeden yiyom be blogcum. Ne yedirecem bu adama ben? Du bakam.

7 Şubat 2013 Perşembe

Akrilamid yorumlarımız kaynayıp gitmesin toplaması

Daha önce akrilamid üzerine yazınca taa üniversiteden beri kopmadığım şimdi önemli bir devlet laboratuarında çalışan meslektaşımdan yorum geldi. Yazıştık. Virgülüne dokunmadan buraya koyuyorum ki yorumlar bölümünde kaynayıp gitmesin. 

Buyrun bakalım. Altına yorumların yazıldığı yazının sadece akrilamid bölümünü alıyorum buraya :


Yine anneloji.com ile akrilamid yazalım diyoruz. Büyük bela kapımızda. 5 sene önce bir tufan olmuş bu kanserojen maddenin gıdalarda özellikle bebek bisküilerinde vb bulunmasıyla ilgili. Büyük firmalara yok bizde bla bla bla diye carlasalar da son yapılan bir araştırma (ki ecnebiler değil çatır çatır bizimkiler yapmış) baya baya var diyo. Akrilamid konusunda referans verebileceğim Türkçe bir site yok; daha da komiği şudur diye tak tak tak diye yazan da yok. Gerçi araştırmalar devam ediyor ama sadece riski azaltma adına patates cipsi ve kızartması, kek ve kahve ile arayı azcık soğutmak lazım. Patatesi bırak kızatmayı yemeğini bile yapmıyodum. Dışarda patates kızartmasına elveda. Kahvenin insanttını da eve sokmamak lazım. Keki de kurabiyeyi de fazla tüketmemeli, haftada bir anca.  Ya da en iyisi 120 derece altında pişirmek. Onun için de deneme yapmak lazım. En son şekersiz keki becerdim ama bir de 120°C altında henüz pişirmedim. Onu da yapıp paylaşayım sizlerle.  


Adsız Gümüş Saçlı Adam dedi ki...
Merhaba Arkadaşımın blogu,
bir pazartesi akşamı berbat bir iş günün arkasından facebook da gördüğüm bir linkin peşine takılarak geldim buralara kadar. akrilamid mevzusunu okuduğumda birden EFSA, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, nin 2009 yılında tertip ettiği akrilamid kolokyumuna ülkeyi temsilen katıldığım, Avrupalı aziz bilim adamları ile bu illeti tartıştığım geldi aklıma, naçizane o dönemlerde ben de akrilamid peşinden koşturmakta idim, Türkiye de riskli gıda ürünlerinde bu maddenin rutin olarak tespit edilmesine yönelik metot geliştirme çabalarım vardı ve bu toplantı benim için büyük bir fırsattı, hali ile karşılaştığım bütün bilim insanlarına "nasıl yapıyorsunuz" diye sordum durdum, kime sorsam yaka kartıma baktı, Türkiye yazısını görünce de "Vural Gökmen'e sorsaydın ya,biz de ondan öğrendik" dediler. kös kös geri döndüm ve Hacettepe üniversitesinden Prof.Dr. Vural Gökmen'e sordum öğrendim. Bu analiz istenirse rutin olarak yapılabilecek durumda şu an. Akrilamid dediğimiz bu nesne protein ve karbohidrat içeren gıdaların kuru ortamda ısıtılması yolu ile enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonları olarak bilinen Maillard tepkimeleri sonucu ortaya çıkan bir çok maddeden birisi, kanserojen etkisi tam olarak ispatlanmamış olmasının yanında proses bulaşanı olarak sınıflandırılması sureti ile kontrolunun güç olması, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında dahi bir limit değer belirlenmesine biraz da ticari kaygı ile engel olmuş diyor,talep durumunda akrilamid canavarı hakkında biraz daha bir şeyler söyleyebileceğimi hatırlatarak verdiğim rahatsızlık için özür diliyorum.
7 Ocak 2013 21:33
 Sil
Blogger GM dedi ki...
Körün peşinden koştuğu gözü sen altın tepside sundun be abicim:))) Vural Hoca ile 2010daki Gıda Güvenliği Kongresinde tanıştım sanırım. Bu yazı içerisindeki çalışma da ilgi çekici. Limit yok evet, ticari kaygı çok evet. Benim patates kızartması, cips, kek ve instant kahveyi azaltma önerime ne diyosun? Konuşalım be abicim, hatta kaleme al yayınlayalım burda...
7 Ocak 2013 23:06
 Sil
Adsız gümüş saçlı adam dedi ki...
Bu blog olayı aşmış hocam, tamı tamına 14 gün olmuş, ayıp olmuş. orta yapılmış ama topa kalkan olmamış yani. gelelim sorunun cevabına; aslında sen cevabı çiğ süt ürünlerinin tüketilmesi ve taşıdığı riskleri analattığın yazıda kendin vermişsin.akrilamid bir risk mi? evet, bu riskten korunmak adına patates kızartması, cips, kek, instant kahve, görüyor ve arttırıyorum, ızgara, tost vs tüketiminden uzak mı duralım? kişiye göre değişir. Yemek, sadece ihtiyaç duyulan besin maddelerinin sindirim sistemi yolu ile alınması değil, aynı zamanda bir keyif, hatta bir serenomi ise,bu keyiften ödün vermeden ama abartmadan devam edebilir. paracelsus abinin dediği gibi her şey zehirdir, önemli olan dozdur, dur bi hava atayım orijinalini bulayım lafın, sen lisanstan hatırlarsın;"Alle Ding' sind Gift, und nichts ohn' Gift; allein die Dosis macht, daß ein Ding kein Gift ist.
"All things are poison, and nothing is without poison; only the dose permits something not to be poisonous.".. sevgiler arkadaşım
21 Ocak 2013 19:46
 Sil

Sizden hiç bişi saklamıyorum işte yazışmalar burada. Hepimiz ölücez evet ama kanser yüzünden ölmek istemeyenler sigara kullanmasınlar başta, sonrasında zaten klasik yediğine içtiğine dikkat bol da hareket. Anneler zamanında tostun yanık yerinden yeme derlerdi. Bilmiyolar akrilamid filan ama içlerine mi doğuyor basit bir mantık mı siz karar verin. İçinize sinmeyen şeyleri tüketmeyin. 

1 Şubat 2013 Cuma

Ev yapımı light sucuk, pilav ve pilavcılar filan filan

Seni unuttum sanma blogcum. Hastayım. Daha da vakit alanı tükkan var biliyosun artık. Reklam vermek lazım, sosyal medyada bulunmak lazım, numune gönderdiğin insanların ne yaptıklarını takip etmen lazım filan filan. Bu arada bu blog dünyası biraz sinirimi bozdu ama ben de burda blog yazıyorum çok şey etmiyim.

Kısa kısa kafamdakileri yazcam :

- Geçen sucuklu bişi yapıyodum ve her zamanki gibi sucuğu yağını kağıt havluya emdirdim. Aklıma da geldi len acaba ne kadarını emiyo, biz kendimizi mi kandırıyoruz diye. Tarttım. Fena değil be blog. Yani 100 gram sucuk pişirince 17 gram kadarını kağıt havluyla bertaraf edebiliyorsun. Yani 100 gram 450 kkalori olan sucuk birden 300 kkaloriye düşüyor. Sucuğun esas kalorisi yağdan geliyor. Hiç fena değil hiç fena değil. Bir gıdanın light olarak piyasaya sürülebilmesi için kalorisini en az %25 azaltmak lazım. Yağı emdirince sırf yağı %17 azaltıyon, bu da kalorinin %34 azalması demek. Evde light ötesi sucuk yapabilirsiniz yani:)) Ama bak abartmak yok:)  

- Bi akşam arkadaşlar geldi, dükkanları varmış pilavcı açmayı düşünüyorlarmış. Ben de açtım ağzımı pilavda ekstradan basilyus riski olduğunu, bunun spor bırakan bakteri olduğunu filan anlatmaya başladım. Çok riskli iş miş dedim. Karşımdakilerin boş bakışlarını görünce sustum. Adam ticarete atılacam diyo ben ne anlatıyorum. Dışarda pilav yerken dikkatli olmak gerek bu da mesajım olsun.

- Köy ürünleri satan bi dükkana makarna veriyorum ben de. Geçen konuştuk, nasılsınız diye sorunca çocuklar bağırsaklardan hastaydı dedi sahibi. Aklımdan ne yazık ki ilk sattıkları ürünlerden olduğu düşüncesi geldi, üzüldüm. Esasında sudan bile zehirlenebiliriz ama işte benim algım bu yönde işliyo blogcum, kafama sıçayım...


kırk yılda bir çektirdiğim güzel bi fotom :)

- Makarnalar için röp verdim anneloji.com a blogcum. E tabi bi de foto koymak lazım dediler. Ben de yukardaki fotoyu gönderdim. Küçülmeyince böööyyyle dana gibi kaldım, başka foto koyduk. Ama bu fotoyu da çok seviyormuşum. Kıyamadım buraya aldım. Hep ürün rsmi koycak değiliz ya heheheh...

Yazacak başka bişiler vardır da ben unuttum, gidip sosyal medyada sosyalleşmem lazım blogcum. Seni ihmal etmiycem söz. Bu oynak ticaret dünyasında kafayı yemiyorsam gelip sana içimi boşaltabilmemdendir.)