24 Mart 2015 Salı

Kolza Yağı ve Organik Pazar sorusu

"Merhaba Tuğba Hanim,

8 aylik bebegim icin pazarda satilan meyve ve sebzelere pek guvenemedigimden ... marka meyve ve sebze pureleri kullaniyorum.Sebze purelerinin bir cesidinin iceriginde kolza yagi oldugu belirtilmiş. Internet taramasi yaptigimda kolza yagi ile ilgili korkunc seyler yaziyordu.Markaya da aciklama yapmalari icin az once mail attim. Su anda bu kavanoz mamalarinin guvenirligini de sorguluyorum.Evimize cok yakin olmasa da bir organik pazar bulduk.Bu pazarin da cok guvenilir olmadigini, belediyeyle anlasip organik olmayan urunlerin de organik sinifinda ve fiyatinda satildigini duyduk.Acikcasi meyve sebze konusunda ne yapacagimizi sasirmus durumdayiz. Saglikli urunleri nasil edinebilecegimizi ve kolza yagi nedir ne degildiri size de danismak istedim.

Sevgiler,
Cigdem"

Çiğdem Hanım sanayinin çok kullandığı bir yağdır kolza yağı palm yağı ile beraber. Bunlar rafine yağlar çoğunlukla. Kolza hardalın kardeşi, yağlık bir tohum. Türkiye yağlık tohum cennetiyken bile bu tohumu sokmayı başardılar ülkeye, şimdi çok gerekliymiş gibi tarımı yapılıyor ve bizim mis gibi güzelim zeytinyağımız, fındık, mısır, ayçiçek yağımız filan yokmuş gibi marketlerde boy gösteriyor. Firmanın cevap vermesi durumunda eminim genel bir cevap olacaktır. ... markayı ben de kullandım açıkçası bebekle dışarı gittiğimde kolaylık oluyordu ama özellikle yediremediğim organik meyvelerin pürelerini almıştım. Organik pazarı da sorgulamanızı rica edeceğim. Buğday Derneği'nin gözetimindeki pazarlar düzgün oluyor. Onlara güvenebiliriz düşüncesindeyim çünkü Şişli Organik Pazara sık sık gidiyorum ve pazarcıları nasıl sıkıştırdıklarını gözlemliyorum, dedikodusu da dönüyor zaten, bir çıban başı olursa barınamıyor. Bunun dışında organik ürün satan internet siteleri var. Benim sitede taze ürün yok ama inanın ben de bebek maması yapmayı çok çok istiyorum. Şöyle organik organik, tertemiz Türk sebzeleri ile işinizi kolaylaşıtıracak çorbalar, mamalar filan olsa hayalini kuruyorum. Buna zaman var ama bu süre zarfında internetten organik sebze meyve satan firmalara bakabilirsiniz. Bir sürü de çiftlik var. İlk soracağınız sertifika olsun naçizane tavsiyem.

Umarım yardımcı olabilmişimdir.

Sevgiler,

Tuğba Bayburtluoğlu
Gıda Müh., İşletme Bil. Uzm.

17 Mart 2015 Salı

Bir gıda mühendisi annenin Anne ve Çocuk Beslenmesi Kongresi ile imtihanı...

Merhaba dostlar,

Dün gece eve 11 gibi girdik. Sabah Ankara Beypazarı'nda uyanmış ve İstanbul'da Annane ve Babanne tesislerinde hem fiziki hem ruhsal ihtiyaç molalarını vermiş bir mini aile olarak cubba yatak yaptık. Fekat benim 4'te uykum kaçtı. Baktım kongreyi ve deneyimimi size nasıl anlatacağımı fazlasıyla düşünüyorum, "Kalk kızım kalk bi çay koy otur yaz" dedim kendime. Saat 04:53 şu anda. Çay demleniyor. Sırtım ağrıyor, biraz da sersemim ama sanırım önümüzdeki bir kaç saat içerisinde güzel bir özet ve benim yorumlarımı içeren bir yazı çıkartabilirim. Amin:)

Ankara'da 13-14 Mart 2015 tarihinde düzenlenen İlk 1000 Gün Gebe ve Çocuk Beslenmesi Kongresi'ne ben de katıldım. Bu benim ilk tıp kongremdi ve bu gidişle son olmayacağını da anlamış oldum. Esasında üniversiteden mezun olduktan sonra bir akademisyen kadar kongreye, sempozyuma vb katılmış değilim fakat ortalama bir gıda mühendisinden daha çok katıldığım belli. Bu tip bilimsel etkinlikler benim ufkumu çok çok açıyor, silkinip kendime gelmeme sebep oluyor, yeni ve çalışkan insanlarla bir araya gelmemi-tanışmamı sağlıyor. Bir de üstüne yeni bir yer, şehir filan görüyorum daha ne isteyeyim?

"Kardeşim bu kongreleri nerden buluyorsunuz?" diye soran biri oldu sosyal medyada. Google hazrete giriyorsun 2015 kongre takvimi yazıyorsun ve buluyorsun bu kadar basit. Ama önemli olan tabi onlarca kongre vb arasından senin işine, profesyonel kimlik ve merakına hangisinin uyduğunu bulabilmek. Mesela bu benim ilk tıp kongremdi. Beslenme konusu dışına çıkıp da başka bir tıp kongresine daha katılır mıyım bilmiyorum? Hani büyük konuşmayayım ama insanın uzun uzun eğitimini almadığı bir konuda kongreye katılması bilişsel anlamda insanı gerçekten zorluyor. Salondaki herkes kürsüdekinin ne dediğini tam olarak anlıyor da bir sen arada aval aval bakıyormuşsun gibi bir his. Allahtan ilgim, zekam ve öğrenme isteğim var da alabildiklerimi aldım. Tabi başım hala çatlıyor o başka:)))

Kongreyi bir dernek düzenlemiş, başında da bir Doç. Kadın Doğumcu Ferit Bey var. Bir o bir de iki konuşmacı dışında tüm katılım Prof Dr. düzeyindeydi. Önce Sağlık Bakanlığı müdürlerine öncelik verildi açılış konuşmaları için filan filan. Kongre konuşmacıları "Şundan da birini çağıralım renk olsun, program dolu gözüksün, ortaya çeşit olsun." şiarlarıyla çağrılmış gibi geldi bana. Sırf doktorların dışında iki diyetisyenlikten hoca vardı ve ikisi de Prof'tu. Birini geçen seneki beslenme bienalinden tanıyordum, ama Prof. Dr. Tanju Besler sanırım konuşmasını yap(a)madan ayrıldı kongreden. Neden bilmiyorum. Ben özellikle çok çok merak ediyordum onun konuşmasını. Hazır yeri gelmişken 2010 Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması'nın bağlantısını buraya çakalım: http://www.sagem.gov.tr/TBSA_Beslenme_Yayini.pdf Bu 607 sayfalık belgeyi bakalım ne zaman sindirebileceğim.)))

Ben en iyisi madde madde gideyim. Zaten elimdeki notları daha rahat bu şekilde buraya aktarabilirim.

- İlk 1000 gün bir bebeğin beslenmesi için önemli ama sanılmasın ki bu doğumdan başlıyor. Hayır! Hamilelik süresince beslenmenin çok çok önemi var. İlk 1000 günün ilk 9 ay 10 gün yani ilk 290 gün çok çok önemli. Bunun ilk üç ayında da en önemli gelişimsel aşamalar tamamlandığı için daha da önemli. Yani hamilelik kararını verdikten sonra dikkat etmek gerek. Eğer hamile kalma ihtimali olursa da dikkat etmek gerek. Anne ne ile besleniyorsa, nasıl bir ortamda ise bu komple bebeğe yansıyor. Hava kirliliği bile. 

- Devletler bu ilk 1000 günde beslenmenin önemini kavramış durumdalar. Çünkü eğer yetersiz beslenme olursa bu doğacak nesilleri ve onlara bağlı olan gelişmeyi ve ekonomik durumu etkileyecek. Bir ülkenin ekonomisi için nüfusunun sağlığı çok çok önemli malum.

- Emzirilen bebekte enfeksiyon hastalığı geliştiğinde anne sütünün immünolojik (bağışıklık sistemi) özellikleri değişir dendi. Esasında kongrenin tamamı boyunca anne sütü de anne sütü diye konuşup durduk. Şurda bazı önemli özellikleri hepi topu 5-10 sene önce keşfedilmiş ve keşfedilmeye devam eden bir salgı anne sütü. Çok çok çok çok çok çok kıymetli. Düşününce insanın çıldırası geliyor. Bebeğe özel, hazır, taze, bir sürü besin öğesi, mikro nutrient ile beraber. Mama firmalarının "eh işte içinde protein var karbonhidrat var yağ var azcuk da vitamin ekleyelim" diye yaptığı karışımların çok çok ötesinde, insanoğlunun laboratuar ortamında üretimini geçekleştirmekte her zaman bir kaç adım geride kalacağı bir süt bu. Çünkü ilk cümle önemli. Bebekte bir enfeksiyon olduğunu anne belki de bilişsel olarak algılayıncaya kadar vücudu algılıyor da besini ona göre ayarlıyor. Anne ve bebeğin vücutlarının arasında önemli bir salgısal iletişim var. Bu müthiş bişi. Yeni doğan bebeğini annenin özellikle salya sümük öpmesini sağlık verdi bir Prof. Meğer microRNA'lar çocuğa geçiyormuş ve bu geçiş çok çok iyiymiş. Bunu instagramdan hemen şöyle paylaştım:))) : https://instagram.com/p/0KdRrrCIS_/?taken-by=makarnalutfen

- Tuz tüketiminde Türkiye ne yazık ki Dünya lideri 15 gram/gün ile. Dünya Sağlık Örgütü'nün verdiği limit ise 5 gram/gün. Daha önceden aklımda 18 gram/gün tükettiğimiz kalmış. İnşallah düşürebilmişizdir. Ekmekte tuz miktarı azaltıldı evet, kademeli olarak da azaltılmaya devam ediliyor. Geçen beslenme bianelinde ekmekteki tuzun cart diye azaltılamayacağı tartışuılmıştı. Harbiden de senede adam başı 160 kg ekmek tüketilen ülkemizde herhalde iç savaş filan çıkar birden bir tat değişikliğine gidilse:))) Başka milletlerde de tuz oranı yüksek olanlar vardır elbet ama bu birincilik yakıştırması bence kalsın böyle çok dikkat çekiyor kafamıza dank dank vuruyor netekim.

- Anemi yani kansızlık dünya çapında bir sorunmuş. Demiri eksik almamak lazım. Buraya sığdıramam artık demirin değerli önemli mesela beslenme açısından bir de kaynağı. Bir ara yazayım.

- Uludağ Üniversite'sinde bir hoca gıda katkı maddeleri ile alerji arasındaki bağlantı üzerine yaptığı sunumun başında Türk Gıda Kodeksi'nden aldığı katkı maddeleri sınıflandırmasını paylaştı. E kodu ile sınıflandırılan tüm katkı maddeleri daha önceden üzerinde çalışma yapılmış, limitleri vb belirlenmiş maddelerdir. Bazıları için limit konmamıştır çünkü kullanılma miktarının sağlık açısından bir limiti yoktur sadece ürünün yapısı açısından dikkat edilmesi gerekir. Bir örnek vereyim. Mesela evde meyve kuruları ile şekersiz puding yapıyorsunuz ve nişastayı normalden fazla koydunuz ve taş gibi oldu. Nişasta adı üstünde nişasta, akut bir sağlık problemine yol açmayacak her gün yediğimiz bir ürün ama illa da limit konmamış mesela. Fakat sağlık açısından bir limit olmasa bile tariftekinden fazla koyarsanız farklı bir ürün elde edersiniz, istenen ürün olmaz. Nişastanın çeşitleri mesela bu anlamda kodekste "Quantum Satis" olarak girmiştir. Sayın hoca sağolsun bu Latince kavramı araştırma gereği duymamış, direkt "üzerinde çalışmalar devam eden katkı maddeleri" olarak yanlış iletti bize. Tartışma ve soru bölümü olmadığı için bişi söyleme imkanım olmadı ama buradan yazayım bari istedim. E maddelerinin çoğuna gıcık bir gıda mühendisi olarak araştırmanın önemini bir kez daha anladım.

- Alerji üzerine çok konuşuldu. Tam sebebi bilinmiyor ama çocuklarda daha sık görülüyor. Genetik yatkınlık bir etken ama aynı zamanda mikroptan arındırılmış, steril bir yaşamın florayı bozduğu ve bunun da yetersiz bağışıklık sistem cevabına sebep olduğu düşünülüyormuş. En sık alerjiye neden olan besinler: İnek Sütü, balık ve diğer deniz ürünleri, yumurta, fındık-fıstık, soya fasülyesi, hububat ve tahıllar. Süt alerjisi 1-3 yaşı gibi kaybolurken balık ve fıstık vb alerjisi devam ediyormuş. En çok ani şok zaten fıstık alerjisinde gözüküyormuş. Alerji deli derin bir konu, hala da çalışmalar devam ediyor. Mesela alerjik hastalıkların önlenmesinde hamilelerde, emziren annelerde ve süt çocuklarında probiyotik kullanımı belirli faydalar sağlıyormuş ama riskli gruptaki her hastaya kullanılabilmesi için daha çok çalışmaya ihtiyaç varmış.

- Probiyotikler de prebiyotikler de baya bir konuşuldu esasında. Probiyotikler en kaba tabiriyle biliyorsunuz bağırsaklardaki iyi mikroplar. Prebiyotikler de yine en kaba tabiri ile probiyotiklerin daha iyi gelişebileceği bir ortam sunmaya yardımcı olan kimyasallar. Probiyotikler anne sütü ile bebişe geçiyor. Bu yüzden annenin ilk günden itibaren probiyotik gıdalarla beslenmesi hem kendi vücudu hem de bebeği için çok çok iyi. Mamalara probiyotik koyamamışlar mesela. Yani koymuşlar da işe yaramamış. Onun yerine prebiyotik koyuyorlar da bla bla bla. Yemezler anacım. Tamam anne sütünde problem varsa biraz mamaya mecburuz ama ek gıdaya geçtikten sonra yoğurt tüketebildikten sonra bebişe probiyotikli yoğurt verilmesi en en en güzeli olcaktır.

- Anne sütünün ne kadar kıymetli olduğu ve ek gıdanın adı üstünde EK olduğunu anlattı bir çok doktor. Annelerin ek gıda miktarlarını abartabildiklerini, bunun da fazla beslenme üzerinden obeziteye yol açabileceğini söylediler. Türkiye gibi çocuğun çok çok sevildiği ve ayrıca sosyal güvenliğin az, gelecek korkusunun çok olduğu ülkelerde bebeklikten başlamak üzere ebeveynler bence fazla besliyor olabilirler çocuklarını çünkü fazlanın zarar getirmeyeceğini düşünüyorlar, çünkü o çocuk kendi geleceklerinin teminatı bir yerde. Çok sosyolojik bir saptamam yaptım belki ama benim gözlemim bu ve eminim başka bir çok sosyal sebep daha var ebeveynlerin bu takıntısı için.

- Anne sütü ile ilgili şu WHO slaytı güzel: https://instagram.com/p/0KmVPhCIdp/?taken-by=makarnalutfen
Ne kadar sade bir anlatım değil mi? Özellikle alttaki yorumlara bir bakın.

- Ek gıdanın abartılmaması gerektiği temelli toparlama: https://instagram.com/p/0KpCHpCIQz/?taken-by=makarnalutfen

- Altın standartlar: https://instagram.com/p/0Kzh6WCIfp/?taken-by=makarnalutfen

- Ek gıdada kaç kalori almalı bu çocuk için genel bir tablo: https://instagram.com/p/0K0hNLiIQ8/?taken-by=makarnalutfen

Benim beslenmeye ilgili bir gıda mühendisi anne olarak kongreden öğrendiğim / aldığım ana noktalar bunlar. Salonda bir çok sağlık personeli vardır ülkenin farklı yerlerinden gelme. Bir hoca D vitamini miktarı üzerine sunum yaptı mesela. Biraz tartışmalı bir konu son dönemde malum. Gıdalarda bulunmadığı için takviye olarak aynen iyotun tuza eklenmesi gibi süte D vitamini eklenmesi gerektiği üzerine konuştular. Bir ara kendimi kaybetmişim, kaptım mikrofonu, o işin ancak Amerika gibi zengin ülkelerde olacağını, ürün farklılaştırmasını bizim ülkenin pek kaldırmadığını, bunun firmalar açısından eninde sonunda ticari bir iş olarak görüleceğini, Okul Sütü projesi bu kadar yanlış anlaşılmışken ve ortalık çiğ süttü pastörize süttü filan baya bir bulanıkken bi de D vitamini eklenmesinin boşa kürek çekmek olduğunu söyledim ve ekledim: "Devam sütleri feci miktarda şeker içeriyor, kesinlikle içirmem çocuğuma, kimseye de tavsiye etmem." Bilmiyorum ne kadar birilerinin dikkatini çekti bu dediğim.  Bu arada belirteyim formüla ya da mamalardan bahsetmiyorum, baya UHT süt gibi satılan Pınar'ın devam sütlerinden bahsediyorum. Hiç tadına baktınız mı aşırı şekerli mesela.

Kongre kongre içimizi şişirdin demeyin. Cuma akşamı da zaten Mutlu bir Şef ve bir Yemekçi ile buluşmuştum. Hiiiççç sormayın vallahi ne konuştuğumuzu, çok pis çekiştirdik herşeyi, iyi geldi. Sağolsunlar yalnız bırakmadılar.))) Cmt günü kongrede de 4 tane diyetisyenle aynı öğle yemeği masasını paylaşıp bir de üstüne tatlı yedim ya artık gam yemem:))) Bu güzeller ile ne işler yapacağız bir de onun da minik ipucunu vereyim:)))

Kongre'den koştura koştura ailemizin emzirme danışmanı Esra'cım Ertuğrul'cumun anne seminerine gittim. Ankara'da da görüşmüş olduk iyi oldu.)))

Ankara'dan azcık yol alalım diye çıktık, Beypazarı'na gittik. İpekyolu Konağı'nda kaldık, zaten booking.com dan ayarlamıştık. Güzel temiz bir konak. Akşam gittiğimiz Bağ Evi'ndeki yemekler çok güzeldi. https://instagram.com/p/0OGhimCIWP/?taken-by=makarnalutfen

Sabahında da Beypazarı'nda çarşıyı gezdim. Kendine has özel ürünleri var Beypazarı'nın. Meydanda bir koca havuç heykeli var. Herkes oradan yol tarif ediyor, bir tavşan gibi hissetme durumu hakim oldu bana:))) Alınması gereken tüm ürünlerden aldım ekibe tattırmak için numune olarak. Elim havuç pestillerine gitti ama hepsinde ama hepsinde glikoz şurubu olduğu için geri bıraktım. Alışveriş yaptığım dükkan sahibine de carladım(!), karısını çıkarken ayrıca uyardım. Beypazarı çok güzel bir mimari ve damak tadı ile turizmde güzel bir yer elde etmiş. Ne gerek var ama Amerikan işi glikoz şurubuyla bu güzelliği bozmanın diye söylendim. Havuç suyu aldım mesela ben dönerken. Yahu yoğunluktan içilmeyecek kadar şekerli bir tat. Meyveden gelen şeker ile fabrikada yapılmış şeker bir olur mu? O havucun suyunu konsantre edebilirsen (ki ediliyor Türkiye'de bir ihraç kalemi) ne glikoz şurubuna ne sofra şekerine ihtiyacın olur, mis gibi sadece havucun kendisi ile gerçekten havuç pestili yapabilirsiniz. Bak organikçiler nasıl yapıyor hiç şeker kullanmadan her şeyi elma suyu ile filan çözerek.

Organik demişken bir doktor da kalkıp organik ürün değerlendirmesini bırak kelimesini bile etmedi ya kongrede ahhh ahhhh. Mesela alerji üzerine çalışan doktorlardan beklerdim. Gıda katkı maddelerine o kadar laf söylerken bunların çok az miktarlarda ya da hiç kullanılmadan üretildiği önemli organik ürünlerimizi söyleselerdi ne çok sevinirdim. Bilmiyor bile olabilirler. İşte bir kaç organikçinin böyle kanaat önderi, eğitici insanları hedef alıp onlara tanıtım yapmaları gerekiyor.

Hah bir organik konusu daha. Beypazarı'na gideceğimi söyleyince instagramdan bir dostumuz aman ne güzel organik sebze kurularından da alın mutlaka deyince ben çok sevindim, sertifikalı tarım yapılıyor ve kurutuluyor diye. Özellikle bir kaç dükkana girdim çıktım. Hepsi aynı çeşit sebze kurularına sahip. Tabi ki hiç birinde organik sertifika yok (zaten Türkiye'de birileri nihai tüketici için organik sebze kurusu yapıyor olsaydı ve ben bunu bilmiyor olsaydım orada bileklerimi keserdim sanırım:)) ve hepsi aynı firmadan ürün alıyorlar belli. Firmayı kötüleme derdim yok çünkü biliyorum iyi firma ve hatta bizim sitedeki sebze kurularını, brokoli ve nohutlu çorbalık karışımını aldığımız Çanakkale'den bir üreticidir. Klasik turist yanılgısı işte bu dostlar. Beypazarı kırsal ya, sebze de kırsalda yetişir ya, o sebze kuruları orda yetişmiştir ve üretilmiştir düşüncesi işte. Beypazarı'nda ürettikleri bir fasülye kurusu vardı onu aldım sadece. Tabi sorunca sorgulayınca bozuluyor birazcık dükkan sahibi ama kimse kusura bakmasın. Bilinçli tüketici her şeyi sorgular. Bir tek glikoz şurubu geyiğine şu sebze kurularının üstünü örtün demeyi unuttum. Hepsinin ağzı açık, bel seviyesinin altında, üstüne ne düşer ne düşmez belli değil. Bir de renkleri açılmış, biberler domatesler solmuş. Sokakta patlıcan kuruları vb asılı, millet orda sigara filan içiyor. Ayhhhh daha da yazmayayım:))) Sebze kurusu denilen şey çok güzel, üretimi meşakkatli ama bu yetmiyor. Düzgün paketlenip düzgün saklanması da gerekiyor. Şeytan ayrıntıda gizli işte:)))

Çok uzun bir yazı oldu farkındayım, zaten benim de bir günümü aldı. Ama yazmayı isteyip de eksik bıraktığım bir konu olmadı sanırım. Seneye bir daha giderim sanırım bu kongreye. Bakalım yine döndürüp döndürüp aynı şeyleri mi anlatacaklar:) Bu senenin bir kongresi daha var o da benim alanımda. Mayıs'ta Gıda Güvenliği Kongresi'nden de canlı yayın yapacağım inşallah.))))

Diyetisyenlik öğrencisi takipçilerimiz olduğunu duyunca çok fotojenik çıkmışım:))